×
ARAMA
TanriyiTanimak.com
Bak - Keşfet - Sor
İlişkisel Sorunlar

Dokuzuncu Kat Hüznü

Duygusal acıların, intihar düşüncelerinin ve tüm bunlardan nasıl kurtulduğunun kişisel bir anlatımı…

PDF

Yazan: Anonim

Bazı insanlar hayatları boyunca fırsatları başarıyla yakalayarak ilerlerler. Diğerlerimiz ise benim gibi, ilişkiler, bağımlılıklar veya öngöremediğimiz kaotik olaylar nedeniyle dengesini kaybederek yaşamda tökezler.

Örneğin, ilk romantik gecemle sert bir sarhoşluk sersemliğini karıştırma hatasını yaptım. Tek hatırladığım, adamın omuzlarımı sarsarak bana eve gitme zamanının geldiğini söylemesiydi.

Sonra sahte kimlikler hakkında aptalca bir tartışmanın, bir şişe tekila ile üç kız arkadaşın olduğu bir gece yaşandı. Tina yakında sarhoş olacak ikili için belirlenmiş bakıcı olarak kendini atadı. Yirmi dakika sonra bardağım boşaldı ve izlediğimiz film komikleşmeye başladı. Sonra ben sık sık tuvalete giderken olay örgüsü bulanıklaşmaya başladı. Jenerik dönüyordu ve ben tuvaletten çıkmamıştım. Durumum kötüleşiyordu. Birinin gelip beni alması için telefon edildi. Üç gün boyunca beş galonluk bir kovayı komodin olarak kullanarak uyudum.

Olaylar ve kötü seçimler devam etti. Çok fazla erkek adımı biliyordu ve gecelerin birçoğu sabah hatırlanamıyordu. Eğlence işlerinde bu kadar tecrübeli olduğumu bilmek beni neşelendirmeliydi. Yine de içimdeki boşluk kalbimde büyüyen bir salgın haline geldi. Maceralarım artık özgürlük, bireysellik ve anlam arayışımı beslemiyordu. Aslında tam tersini hissediyordum. Sürekli bir moral bulma ihtiyacım yüzünden kendimi kapana kısılmış hissediyor ve sürekli tekrar eden umutsuzluk duygularıyla boğuşuyordum.

Colorado'ya Taşınıyorum

Yeni bir hayat arayışıyla, birlikte yaşadığım erkek arkadaşım Rich ile birlikte Colorado'ya doğru yola çıktım. Yol boyunca düğün planları yapıyorduk. Bu adamın beni gerçekten önemsediğini sanıyordum. Son altı ayımızı halüsinojenlerin büyüsüne kapılarak geçirmiştik. Şimdi Colorado'da kiralayabileceğimiz küçük bir ev bulmuştuk. Şimdiye kadarki tek tartışmamız hangi odanın marihuana içmek için tahsis edileceğiydi. Ona bodrum katını söyledim. Kanunla başımın derde girmesini istemiyordum.

Richard, eğer ben çalışır ve onu üniversiteye gönderirsem, mezun olduktan sonra aynısını benim için yapacağına söz verdi. Onunla kalmak konusunda çaresizdim çünkü uyuşturucu teminimi devam ettirecek bağlantılara sahipti. Sadece üç ay içinde, Richard'ın getirdiği uyuşturucular olmadan işlev gösteremez hâle geldim. Beni hayatın daha önce hiç deneyimlemediğim ve gücünden tamamen habersiz olduğum bir yönüyle tanıştırdı. Gün batımının kelebeklere dönüştüğünü görebiliyordum. Hayal gücüm canlanıyor ve yaşadığım depresyonu maskeliyordu.

Uyuşturucular Sorun Haline Geldiğinde

Ancak zaman geçtikçe, aktif hayal gücüm boşluğu yeniden oluşturmaya başladı. Bir akşam annesinin evinin verandasında otururken oldu bu. Belirli aralıklarla yerleştirilmiş sokak lambaları dışında sokak karanlıktı. Ben yalnızdım, Richard içerideydi, mahalleli uyuyordu.

Karanlık ara sokaklardan ve evlerin çatılarından, ara verdikleri için heyecanlı, gürültülü pençeleri ve kahkahalarıyla gruplar halinde karanlık figürler geliyordu. Şeytanvari oyun arkadaşları mahallede cirit atıyordu. Beni fark edebilecekleri korkusuyla hareketsizce durdum. Saklandığım yeri açığa çıkaracak şekilde nefes almak üzereyken, Richard verandaya geldi.

Onu görmediklerini umarak odaklanmış bir şekilde sokağa bakmaya devam ettim. Gece, onların sert, keskin hareketlerini öylesine gizlemeye başladı ki, artık onları bulamaz oldum. Richard dikkatimi dağıttı ve sohbet etmeye başladık. Bacaklarımın ne kadar ince olduğundan ve birbirlerine değmedikleri için ne kadar heyecan duyduğumu saçmalayarak anlattım. Güçsüzce kendimi rahatlatmaya çalıştım. Kendime iyi olduğumu ve hâlâ iyi vakit geçirdiğimi söylüyordum. İnce, zayıf olmak buna değerdi. Erkekler bundan hoşlanıyordu, ayrıca dedikleri gibi bu sadece kötü bir yolculuktu.

Ancak bu akıl yürütme tüm soru işaretlerine cevap vermiyordu. Bir yolculuk bitmezse ne olur? Ya bir dahaki sefere gitmezlerse? Ya bir sonraki şakaları ben olursam? Ya işler daha da kötüye giderse? Eğer Richard'a söylersem, ikramlarını alır, şekerlerimi (uyuşturucu hapları) kaldıramadığımı söylerdi. Hissettiğim boşluk, daha fazla kötü deneyim (yolculuk) yaşadığımda yalnız olacağımı fark etmemle birlikte aşağı doğru bir spiral çizdi.

Kontrolcü Erkek Arkadaşımdan Ayrılıyorum

Ertesi sabah normalden daha erken uyandım ve tavana bakarak uzandım. Düşüncelerim son zamanlarda ilk kez bu kadar keskin ve karışıklıktan uzak görünüyordu. Herkesin gözünde, hayatımı yaşıyordum. Gün ağarıncaya kadar partilere katılıyor ve yalnızca polisiye dizilerin bahsettiği şeyleri yapıyordum. Sonunda kendime o sabaha kadar yaşamadığımı itiraf ettim. Richard'ı uyandırdım ve ona üniversiteye gideceğimi ve artık bu şekilde yaşamak istemediğimi söyledim.

Richard çılgına dönmüştü. Daha önce beni bu kadar kararlı, onun oyunlarına boyun eğmeyen bir şekilde görmemişti. Ailemi arayıp üniversiteye gideceğimi ve ertesi gün vedalaşmak için yanlarına geleceğimi söyledim. Richard'ın ailesi, onu terk ettiğim için benim berbat biri olduğumu düşündüler. Benim için o kadar çok şey yapmıştı ki... Nasıl bu kadar düşüncesiz olabilirdim? Keşke olanları bilselerdi.

Washington Eyalet Üniversitesi'ne vardım. Yurt odası olarak bilinen 823 numaralı soğuk, beton hücremi asla unutmayacağım. Acaba üniversite gerçekten hayatımı değiştirecek miydi? Değiştireceğini düşünmüştüm ama ironik bir şekilde kendimi bu göz yorucu odadan daha kötü hissediyordum. Yine bomboştum.

Duygusal Acı, Belki İntihar

Depresyon hafiften başlamıştı ve intiharın sınırlarına yaklaşıyordum. Sekizinci kattaki penceremden düşen sigara izmaritlerimi imrenerek izler, onların kendi kendilerini yönlendiren özgürlüklerini kıskanırdım. Bu süre zarfında küçük siyah çantamı karıştırır, koyu, kösele gövdesinde bir yerlerde sadece bir miktar daha kokain olmasını umardım. Lütfen, sadece bir tane daha kamçılama etkisi. Sabah olmadan bir parça daha mutluluk. Çılgınca çantayı karıştırarak yalvarırdım ama içinden hiçbiri çıkmazdı.

Oda arkadaşım oryantasyon haftasından sonra geldiğinde mutsuzluğumdan uzaklaşmıştım. O harikaydı; neşeliydi ve insanlarla tanışmaktan heyecan duyuyordu. Bu durum, felç edici üzüntümü telafi etti. Derslerin ilk haftasında, bütün bira partilerine katıldık. Her bira kutusunu devirdiğimde boşluğun dolacağını, depresyonun geçeceğini ummaya devam ettim. Her partinin aynı şekilde sona erdiğini kabul etmek istemiyordum. Bu seferkini farklı kılacaktım. "Hey, Bobbie, sende saç kesme makinesi var mı?"

Makine omuz hizasındaki saçlarımın ortasından bir yol açarken sırıttım. Saç tutamları omuzlarımdan ve göğsümden aşağı doğru takla atarak düştü. İnsanların şaşkınlıkla çıkardığı hızlı ve keskin nefes alma seslerini duyuyordum ve başımı kaldırdığımda güve filtreli sundurma ışığı altında tüm avluyu eğlendirdiğimi fark ettim.

"Sabah pişman olacak," diye alay ettiler. Diğerleri ise bira kutularına “onun yarınki yüz ifadesini görmek isterim,” diye mırıldandı. İnsanların cesaretimden ve kendim olma gayretimden etkileneceklerinden emindim. Elimi sıkı, Velcro kılların üzerinde gezdirirken dişlerim şapşal, sarhoş dudaklarımın arasından sırıtıyordu. Hep saçımı tıraş etmek istemişimdir. Daha önce birkaç erkek arkadaşımı bu konuda tehdit etmiştim. Ama şimdi sonunda bunu yapmayı başardım. Kendimi zafer kazanmış gibi hissediyordum. Neye karşı zafer kazandığıma ise sarhoş zihnim karar veremiyordu. Sadece iyi hissetmeye ihtiyacım olduğunu biliyordum.

Depresyon Kazanıyordu…

İki ay sonra, kendime meydan okuyan hevesim sönmüştü. Biri beni ziyarete geldiyse, beni en sevdiğim kıyafetlerimden biri olan ve bacaklarımı daha da zayıf gösteren siyah pamuklu, İspanyol paça, tayt pantolonumun içinde bulurdu. Bir zamanlar gurur duyduğum bu incelik artık bir zayıflıktı. Bacaklarım beni merdivenlerden yukarı bile taşıyamıyordu. Bir zamanlar futbol oynayacak ve bisiklete binecek kadar güçlü olan bacaklarım şimdi işe yaramazdı. Hatta ayaklarım bile çok zayıftı. Yurdun ince halı kaplı beton zemininde yürümek berbattı. Ayak kemiklerim sert zemine sürtünürdü. Sonunda tuvalete gitmekten korkmaya başladım.

Bir zamanlar dolgun olan göğüslerim artık küçülmüştü, gözlerim de neşesizdi. Boğuk bir sesle konuşuyordum ama tek sadık yoldaşım olan bir sigara markası için buna değerdi. Dudağımın ortası eski bir dudak halkası yüzünden kabuk bağlamıştı. Eskiden halkalı olan göbeğim hala pembemsiydi, bu iyileşmemiş ve enfeksiyon kapmış bir yaraydı. En azından burun halkam hâlâ özgürce sallanıyordu.

Ev yapımı oturağıma oturmak için pencereye doğru ilerledim; siyah ayaklı yeşil bir sandalye, şifonyer çekmecelerinin üzerine tehlikeli bir şekilde yerleştirilmişti. Gözetleme yerimden diğer yurtları tarıyor ve fırsattan istifade yürüyen öğrencileri gözlemliyordum. Benim yürümeye cesaret edemediğim yerlerde yürüyorlardı. Düşüncelerimin yeni sessizliğinde sigaramı usulca üfledim. Bugün pencereden dışarıya doğru süzülen izmaritimin peşinden gitmeli miydim?

Ezici Duygular

Olmak istediğim şey bu muydu? Tüm gücüm nereye gitmişti? Eskiden çok güçlüydüm. Şimdi omuzlarım çökmüş, bakışlarım cansızdı. Geceler rüyasızdı, sabahları çalar saatim bile artık gürültülü değildi. Yemek hesabıma para ekleme zahmetine bile girmedim. Kirli çamaşırlar toplanamayacak kadar azaldı. Odadaki tek enerji, üniversitenin sağladığı içinde küflü bir pizza bulunan buzdolabıydı.

Dokuzuncu kattaki pencerenin tepesinden sigaramı fırlattım. Gözlerim hülyalı bir şekilde sigarayı yere kadar takip etti. Oturduğum yerden kalkıp yatağıma oturdum. Günlüğümü elime aldım ve kendimi boşluğumdan kurtarabilmek umuduyla yazmaya başladım.

amaçsızca yazma
anlamsız, yaratıcılıktan ve değerden yoksun sözcükler
huzursuz
endişeli
solgun

tükenmiş
ıstırap çeken
şaşkın
kafası karışık
yönünü şaşırmış
kör

Günlüğü yere bıraktım ve sıkıcı düşüncelerimden biraz uzaklaşıp dinlenmek dileğiyle yastığıma uzandım. Artık yeni fikirler keşfetmiyordum. Günlüğün içi gittikçe boşalıyordu. Bu daha ne kadar sürebilirdi? Tünediğim yerden kayıp gitmem ne kadar sürerdi?

Biraz Umut

Diğer insanlarla tek ilişkim ailemden ya da aile dostlarımdan gelen mektuplarla sınırlıydı. En sevdiğim mektup Rodney M.'den geliyordu, onurlu bir adam, kendi kilisesine sahip olmayı bekleyen bir vaiz. Bu yüzden ona saygı duyuyordum. Yaptığı işe inanıyordu. Çocukluğumda, baldızının bebeğine sahip çıktığına şahit oldum. Değerli bir hazinesi olan bu çocuğu elinde tutabileceğinin garantisi olmadan onu kendi çocuğu gibi büyütüyordu. Ebeveynlerimi ziyaret ettiğinde genellikle Tanrı'nın iyiliğinden bahsederdi. Konuşurken, sakin duruşuna ve kendine olan güvenine hayran kalırdım.

Rodney'i bir süredir görmemiştim. Mektubunda bana nasıl olduğumu sordu. Ayrıca eşiyle WSU'da (Washington State University) nasıl tanıştığını anlattı. Buralarda olurlarsa ziyaret etmekten mutluluk duyacağını söyledi. Mektubun çok heyecan verici bir tonu vardı. WSU hakkında uzun uzadıya konuştu ve sahip olduğu potansiyeli övdü.

Ona cevap yazdığım mektuba, WSU'nun artık nostaljik bir fırsat ve gelecek vaat eden bir yer olmadığını belirterek başladım. Mektubunda Tanrı'nın ne kadar harika olduğundan da bahsetmişti. Alaycı bir tavırla, “ah, evet, o kesinlikle harika,” diye yazdım. Rodney'e ne kadar mutsuz olduğumu ve Tanrı'nın benim için hiçbir şey yapmadığını anlatmam gerekiyordu. Hiçbir dersimi geçemiyordum ve oda arkadaşım erkek arkadaşımı çalmıştı.

Hayata ve Tanrı'ya Kızgınım

Ona Mesih İsa'yı ve Tanrı'nın bu yüce Oğlu'nun beni nasıl terk ettiğini ve karanlıkta bıraktığını anlatmaya başladım. Mesih İsa'nın adını yazmaya çalıştığımda, adını nasıl yazacağımı hatırlayamadım. İ-s-s-a mıydı? Hayır, İ-s-a-a. Hayır, bu da doğru görünmüyordu. Sinirlenmeye başladım. Bu ismin nasıl yazılacağını bilmeliydim. Hristiyan bir evde yetiştim ve bu adam için şarkılar söyleyerek büyüdüm. Şarkıda beni seven o değil miydi, çünkü Kutsal Kitap bana öyle söylüyordu. Heyecanlandım ve gerildim. Bunu bilmem gerekirdi. İ-s-s-a-a? Hayır.

Sonunda oda arkadaşımın sözünü kesip ona sordum. O da hemen İ-S-A diye geveledi. Bu korkutucuydu. Nasıl olur da adının nasıl yazılacağını bilemezken, o bunu biliyordu? Bir dakika, bu örtüşmüyor. Düşünceler geçidi şiddetlendi. Onun adını nasıl yazacağımı bile bilmezken nasıl olur da tüm mutsuzluğum için Tanrı'yı suçlayabilirim? Görünüşe göre birbirimizi tanımıyoruz, hatta tanışmıyoruz bile. Üzüntü dolu düşüncelerimi bitirdim ve yanlış kişiyi suçladığımı kabul etmeyerek mektubu gönderdim.

O mektubu yazdıktan sonra zihnim netlik ve mantıkla sendelemeye devam etti. Ne kadar çok insanı kendi mutsuzluğum ve huzursuzluğum için suçlamıştım ki, aslında sorumlu olanlar onlar değildi. Ya mutsuzluğumun sebebi bensem? Bu hiç aklıma gelmemişti. Acaba yanlış insanları mı suçluyordum? İşte yine o düşünce. Bir bahanem olsun diye onların başarısız olmasını mı bekliyordum? "Gördün mü, sana söylemiştim!" demek için mi bekliyordum? Yani başkalarını suçlayamam! Tanrı'yı suçlayamam çünkü onun adını nasıl heceleyeceğimi bile bilmiyordum. Geriye kim kaldı? Ben mi?

Sessizlik. Bir plana ihtiyacım vardı. Bildiğim tüm kaynakları tüketmiştim. Üniversiteyi bıraktım. İlk dönemde başarısız olmuştum. Dönem Aralık'ta bitmesine rağmen Kasım'da okuldan ayrıldım. Dönem artık kurtarılamazdı.

Sonunda, İyi Bir Hamle

Lisedeyken çalıştığım huzurevinde yeniden işe başladım. Pozisyonum, sertifikalı hemşire yardımcısıydı. Veterinerlik dünyasında bu kişiye “dışkı toplayıcı” denirdi. Bu iş kolu, bana insanlarla bağlantı kurmaya başlama şansı verdi. Bu büyükanneler ve büyükbabalar tehditkâr değildi ve en az benim kadar sevgiye ve kabul görmeye ihtiyaçları vardı. İyi uyum sağladık.

Bu iş kolunda, favorileriniz olmaması gerekir ama hepimizin vardı. Ufak tefek bir kadın olan Helen'i sevmemek elde değildi. Alzheimer’ın insanı yaşayan bir ölüye dönüştürmek gibi bir yönü var. Sonunda kişi hareket edemez, iletişim kuramaz ve nihayetinde yutkunamaz hale gelir. Tanrı ile küçük bir anlaşma yaptım.

Vaaz veren herhangi bir kişi size bunu yapmamanızı söyleyecektir. Tanrı ile anlaşma yapmak iyi değildir. Yine de pazarlık yaptım. Tanrı'ya, eğer onu çabucak alırsa ve bu ufak tefek kadın acı çekmek zorunda kalmazsa, onu tekrar takip etmeye başlayacağımı söyledim. Tanrı ile bu anlaşmayı, bu kadının benim koğuşumdan ayrılıp artık yürüyemeyeceği ve kendi ihtiyaçlarını karşılayamayacağı bir koğuşa taşınmadan bir hafta önce yapmıştım. Burası huzurevi sakinlerimiz için son duraktı.

İki hafta geçmişti. Kanadımın sağlık hemşiresi kapıya geldiğinde yemek molamda sigara içiyordum.

"[İsim], bilmenizi isterim ki Helen vefat etti."

Bu kadar ani mi? Sigaramı söndürdüm ve oraya doğru yürüdüm. Onu görmekten korkarak odasına göz attım. Ama ışık odayı doldurmuş gibiydi. Çok huzurluydu. Yardımcı, Helen'e bir lokma yemek verdiğini, başka bir sakinin yanına gittiğini ve geri döndüğünde Helen'in ölmüş olduğunu söyledi. O kadar çabuk ölmüştü. Acı çekmek zorunda kalmadan veya yıllarını koğuşta geçirmeden gitmişti. Aniden. Artık yoktu. Ne acı, ne de sıkıntı içindeydi. Anlaşmamı hatırladım.

Alzheimer koğuşunda benimle birlikte çalışan Heather adında iyi bir arkadaşım vardı. Heather da benim gibi hayatın Neden'leriyle mücadele ediyordu. Onu Çarşamba akşamı benimle birlikte kilise ayinine katılmaya davet ettim. İstekli bir şekilde kabul etti. İkimiz de bu "Tanrı işini" birlikte yapmaya karar verdik.

Sözümü Tutuyorum

Kilisenin pastörünün adı g Joe’ydu. Tanrı konusunda heyecanlıydı ve insanlara Tanrı'yla tanışma fırsatı verdiği için de heyecan duyuyordu.

Vaazı sadeydi. Tanrı'nın bizi ne kadar çok sevdiğini ve bizimle kişisel bir ilişki kurmak istediğini anlattı. Bize Tanrı'ya verebileceğimiz ve onun sevgisini kazanmamızı sağlayacak hiçbir şeyimizin olmadığını hatırlattı. Eli boş olduğum için orada bulunduğumu düşünürsek, bu benim için yeni bir şey değildi. Ama Tanrı'nın sevgisinin yaşamı sürdüren bir şey olduğu fikri, dinlemem için kalbimi kucaklamaya devam etti. Joe, Tanrı'nın Oğlu İsa Mesih aracılığıyla sağladığı bağışlamayı anlatmayı sürdürdü. İsa, biz Tanrı'yla vakit geçirebilelim diye çarmıhta ölen Tanrı'nın ta kendisiydi.

Gece basit bir dua ile sona erdi. Joe şöyle dedi: “Dua etmenizi ve Tanrı'ya bir şey için söz vermenizi istemiyorum. Sadece kalbinizi Tanrı'ya açmanızı ve 'Tanrım, işte buradayım' demenizi istiyorum.” Bu konuda Joe ile aynı fikirdeydim. Sunacak bir şeyim yoktu. Kırık bir kalbim vardı, akademik kariyerim bitmişti, erkek arkadaşım yoktu ve yaşlı insanlara hizmet ediyordum. Arızalı biriydim, ama Tanrı'nın yarattığım bu karmaşayla ne yapabileceğini görmek için ona karşı açık olmayı denemeye istekliydim. Şu basit duayı ettim: "Tanrım, işte buradayım. Benimle ne yapabiliyorsan yap." Başka bir anlaşma yapmaya istekliydim. Kalbime öyle bir sıcaklık ve aydınlık aktı ki bana bir protein shake verilmiş gibi hissettim. Düşünce gücüm canlandı. Gözlerimi açtım ve oda neredeyse parlıyormuş gibi göründü.

Duadan sonra gözlerimizi açmamıza izin verilmeden önce, eğer o duayı ettiysek elimizi kaldırmamız istendi. Heather'ın elini kaldırıp kaldırmadığını görmek için gizlice baktım. İkimiz de ellerimizi aynı gizli şekilde kaldırmıştık. Dirsek dizde ve avuç içi hızla yukarı bakacak şekilde. O kadar sevinç doluydum ki (onların deyimiyle) kendimi tutamayıp Joe'nun yanına gittim ve elini sıktım. Ona o duayı ettiğimi ve teşekkür etmek istediğimi söyledim.

Kilisede geçirdiğim zamanın ironik yanı, 1 Nisan Şakası olarak bilinen takvim gününe denk gelmesiydi. (çevirmenin notu: Türkçeye 1 Nisan Şakası olarak geçen April Fool’s Day’in birebir çevirisi Nisan Akılsızlar/Ahmaklar Günüdür. Yazar bu yüzden bir sonraki iki cümleyle burada bağlantı kurmuştur.) Kutsal Kitap’ın ilk bölümü olan Eski Antlaşma’da, akılsız içinden, “Tanrı yok!” der diye bir ifade geçer. Ben de bir akılsız biriydim.

Güvenebileceğim bir Söz

Tanrı görünmez olduğundan ve bana sadece onu hayal etmek kaldığından, onunla olan bu yeni ilişkimde kendime güvenebilmek için tutunabileceğim yazılı bir şeye ihtiyacım vardı. Tutunduğum ayet, Yeni Antlaşma’da yer alan 1. Selanikliler kitabındandı. “Sizi [kendisine] çağıran Tanrı güvenilirdir; bunu yapacaktır [sizi koruyarak çağrısını yerine getirecektir].”

Artık tutunabileceğim bir şey vardı. İşler ne kadar kötüye giderse gitsin, Tanrı kendi sözü olan Kutsal Kitap'ta sadık ve güvenilir olduğunu vaat ediyordu. Bunlar uzun zamandır ayrı kaldığım niteliklerdi. Artık kendimi korumaya çalışmama gerek yoktu. O her şeyi halledecekti. Bu durumu bu kadar cesaretlendirici kılan ikinci sebep, iç dünyamın ne kadar boş olduğunu bilmemdi. Tanrı, bu ayette vazgeçmeyeceğini vaat ediyordu. Başladığı işi bitireceğine söz verdi. Anlaşma mühürlenmişti.

Hayatımdaki ikinci şansım, çalışmayı hayatımdan bertaraf etmedi. Akademik kariyerimi düzeltmek için hâlâ çok çalışmam gerekiyordu. Okuldan ayrıldığımda transkriptimde 1.0 not ortalaması görünüyordu. (1.0 not ortalamasını sadece WSU'ya gidip geldiğim için bir övgü olarak mı veriyorlardı merak ediyorum). Yüksek akademik başarım nedeniyle, çok saygın Öğrenci Danışma ve Öğrenme Merkezi'ne girmeye hak kazandım. Bahar döneminde geri gelmem ve kendim için bir şeyler yapmam söylendi. Tabii ki sadece başarısız olmaya devam etmek için geri döndüm.

Artık Tanrı tarafından sevildiğimi bilerek okula dönmek zordu. Baskı altında hissediyordum. Artık çekip gidemezdim. İşte şimdi bir amacım ve gayem vardı. Beni seven birisi, hayatımdan bir şeyler bekliyordu çünkü benim için birçok plan yapmıştı. Bu kadar çok şeyi idare etmek o kadar zordu ki apartman daireme geri döndüğümde (ikinci dönem yurttan taşındım), kendimi odama kilitleyip tüm hafta boyunca ot içtim. Hayat bunaltıcıydı. Yıllarca ölümü düşünmüştüm, şimdi ise yaşamı düşünmek zordu.

Hayatla Yüzleşmenin Yeni Bir Yolunu Buldum

Üzerime bir karanlığın çöktüğünü hissettim. Ağırdı. Boğucuydu. Bırakamıyordum ve başlamak için çaba gösteremiyordum.

Düşüncelerim aniden duruldu. Dur bir saniye. Artık bu tür düşünceleri düşünmek zorunda değildim. Tanrı beni suçluluk duygumdan kurtardı. Birden Kutsal Kitap'ta zina yapan kadının, onu suçlayan adamlar tarafından yattığı yerden sürüklenerek getirilmesiyle ilgili başka bir hikâyeyi hatırladım. Kadını suçlayan adamlar İsa'yı sınamak ve sorularına nasıl yanıt vereceğini görmek isteyen, toplumda saygınlığı olan dindar kişilerdi.

"Yasa, zina yapan herkesin taşlanarak öldürülmesi gerektiğini söylüyor" diye meydan okudular. Kınayıcı sözleri sonuçsuz kalırken, elleri avuçlarındaki tozlu taşları sıkıca kavradı. Kadın kumlu zeminde inliyordu. Mesih İsa sakince kumun üzerine çömeldi ve parmağını kumun üzerinde serbestçe gezdirdi. Parmağıyla toprağa yazı yazarken, “İçinizde kim günahsızsa, ilk taşı o atsın!” dedi. Her bir taş kuma düştükçe çömelip dinlemeye devam etti ve bir zamanlar kendilerini haklı görerek taşları tutanların da suçlu olduğunu ve istekle uygulamak istedikleri aynı cezayı hak ettiklerini kanıtladı.

Biraz kafası karışmış olan ve İsa'nın günahını ilan etmesini bekleyen kadın, şimdi İsa'nın kendisine nasıl davranacağını görmek için bekliyordu.

İsa, "Seni suçlayanlar nerede?" diye sordu.

"Gittiler" diye yanıtladı kadın.

“Git, artık bundan sonra günah işleme!”

Kadın, öncelikle günahı olan tek kişinin kendisi olmadığını ve ikinci olarak da İsa'nın taş atmadığını fark ederek oradan ayrıldı.

Peki, İsa'nın taş atıp atmaması neden önemliydi? Orada ilk taşı atma hakkına sahip olan tek kişi İsa'ydı. Günahsız olan tek kişi oydu. Yeryüzünde beden almış olan Tanrı'nın bizzat kendisi olarak Mesih İsa kusursuzdu. Tanrı olarak günahı bağışlama ya da yargılama yetkisine sahipti. “İçinizde kim günahsızsa, ilk taşı o atsın!” dedi. Bunun iki anlamı vardı. Bunu söyleyerek kadını suçlayanların günahlarını açığa vurmaktadır. Ancak aynı zamanda günahsız olan kendisidir ve buna rağmen kadını suçlamamıştır.

Artık Suçluluk ya da Boşluk Hissi Yok

İsa şöyle der: "Ben de seni suçlamıyorum. Sadece günah işlemeyi bırak ve hayatını bana doğru çevir." Ben de artık günah işlememeye çalışıyordum, ama şu gerçeği unutmaya başlamıştım: Eğer İsa beni suçlamıyorsa, o zaman kim suçlayacak? Hiç kimse. Hayat, ölüm hücresinde bir yürüyüş olmak zorunda değildir. Hayatın beklenmedik acıları ve hayal kırıklıkları karşısında kısmen felç olmak zorunda değiliz. Mesih aracılığıyla umuda sahip olabiliriz.

İsa Mesih'le kurulan bir ilişki yürekteki her hastalığın ilacıdır. Onun hayatta olmasının bir sonucu olarak, O bana hayat veriyor. Bu umudu koruyan karakter, Tanrı'nın sadakati ve güvenilirliğidir. Çözümün O'nda olduğunu görebilmem için çaresiz bir boşluğa düşmeme izin verdi.

Hâlâ fiziksel görünüşümle mücadele ediyordum. Hâlâ Tanrı'nın beni koşulsuz olarak sevdiğine inanmaya çalışıyordum. Kalbimde bunu basitçe şöyle özetledim: Tanrı beni her ne olursa olsun seviyor. Bunu tam olarak kavrayamamıştım. Kilo almaktan çok korkuyordum. Hâlâ yemek yemiyordum, çünkü amfetamini bıraktıktan sonra aldığım 22,6 kg’den hoşlanmıyordum.

Hâlâ sigara içiyordum. Her şeyi bir anda bırakırsam ölebileceğimi düşündüm çünkü vücudum hepsine çok bağımlıydı. Doğrusunu söylemek gerekirse, sanırım o kadar çok şeye bağımlı hale gelmiştim ki, Tanrı'ya bağımlı olarak nasıl yaşayacağımı gerçekten bilmiyordum.

Hayat hala acı verici olsa da, ilk kez gerçekten yaşıyordum, sadece o gün için geçerli değildi bu, şimdi ise boşlukla değil sonsuza dek Tanrı ile yaşıyordum. AAAH! İşte insanların bahsettiği Tanrı bu. Hayatı dolu dolu yaşayabilmemiz, süregelen duygusal acıdan özgür olabilmemiz için her şeyden vazgeçen Kişi. Tanışmanızı istediğim kişi bu. Bu kişi, İsa Mesih; sonunda sigaramın peşinden pencereden kendimi atmamı engelleyen kişidir. O, istekli olan herkese, "Bana gelin" diye sesleniyor.

Onu gerçekten nasıl tanıyabileceğinizi görmek isterseniz, şu bölüme göz atın: Tanrı’yı Kişisel Olarak Nasıl Tanıyabiliriz?

 Tanrı'yla arkadaşça bir ilişki başlatmaya ne dersiniz?
 Bize e-mail ile ulaşın…

BU MAKALEYİ PAYLAŞIN: