Maine kıyılarında, çok yoğun bir sisin içinde yelken açan bir donanma vardır. O gece, deniz subayı uzaktan direkt kendilerine doğru yaklaşan bir ışık görür ve hemen kaptanla irtibata geçer. “Uzakta, bize doğu gelen bir ışık var. Ne yapmamı istersiniz?” Kaptan ona gemiye sinyal vermesini ve rotasını değiştirmesini söyler. Subay denileni yapsa da, karşıdan gelen gemi “Hayır, siz rotanızı değiştirin.” sinyalini gönderir. Kaptan yeniden subaya diğer geminin rotasını acilen değiştirmeleri için sinyal vermesini emreder. Cevap yine “Hayır, siz rotanızı değiştirin.” olur. Kaptan son defa sinyal vererek, “ABD Donanması savaş gemisi kaptanı konuşuyor, rotanızı hemen değiştirin.” der. Gelen cevapsa “Hayır, siz rotanızı değiştirin. Burası deniz feneri.” olur.
Bu hikâye, insanlar olarak acı ve ıstırapla nasıl başa çıkmaya meyilli olduğumuzu gösteriyor. Var olan koşullara göre rotamızı belirlemek yerine, koşulların hep bizim isteklerimize göre rota çizmesini bekliyoruz. Benim hayatım bunun mükemmel bir örneği oldu.
Hemofili denilen kemiklerimi ve eklemlerimi sebepsiz yere şişiren bir kan bozukluğu ile doğdum. Hemofilinin tedavisi bağışlanan kan havuzlarından toplanan bir proteinle tedavi ediliyordu. 1980 ve 1983 yılları arasında, özel donör havuzuna bağış yapanlardan birine HIV virüsü bulaşması sonucunda o havuzdan aldığım tüm ilaçlar (muhtemelen yüzlerce) HIV virüslü çıktı. Daha sonra aynı şekilde Hepatit C’ye de yakalandım.
Aslında, lise ikinci sınıfa gelene kadar HIV pozitif olduğum bana söylenmedi. Söylendiği zaman, ilk tepkim birinin tam da üstesinden gelemeyeceği bir şeyle karşılaştığı zaman verdiği yaygın bir tepkiydi. HIV pozitif olduğumu kabul etmedim ve yokmuş gibi davranmaya çalıştım. HIV, Hemofili gibi canımı acıtmıyordu. Hemofilide, eklemlerim ve kaslarım şiştiği zaman çok acı çekiyordum. Ama HIV’in böyle dış etkenleri yoktu. Birine baktığınız zaman onun HIV olduğunu fark edemezdiniz. Bu yüzden yokmuş gibi davranmak da kolaydı. Annemle babam da böyle başa çıkmaya çalıştı, “Oldukça iyi görünüyorsun, bu yüzden iyi olmalısın.” diyorlardı.
Bu tür bir inkâra harika bir örnek olarak Monty Pyhton’un Kutsal Kâse filmini verebiliriz. Bir sahnede, Kral Arthur ormana doğru ilerler ve dövülmüş siyah bir zırh giyen bir şövalyeye rastlar. Şövalye Kralın yolunu kapatır ve Kral Arthur şövalyeyi savaşta yenmediği sürece yoluna devam edemeyeceğini anlar. Savaş başlar ve Kral, kara şövalyenin kolunu kesmeyi başarır. Kılıcını yerine koyar, başıyla şövalyeyi selamlar ve yürümeye başlar ama şövalye “Hayır daha bitmedi!” diye bağırır, Kral Arthur “Kolunu kestim!” diye cevap verir, şövalye ona bakarak “Hayır, yapmadın!” der. Kral yere bakar ve “Kolun tam orada!” der, şövalye ise “Bu sadece bir sıyrık.” der. Kral Arthur, yoluna devam edebilmesi için bu adamı ciddi bir şekilde sakatlaması gerektiğini anlar. Böylece savaş devam eder ve Arthur şövalyenin bedenindeki tüm uzuvları keser, geriye bir tek yere kütükle saplanmış kafası kalır. Kral Arthur yürürken arka planda şövalyenin “Geri dön seni korkak, dizlerini ısıracağım!” diyen sesi hala duyulmaktadır.
Söylemeye gerek yok, ama o şövalye yenildiğini inkâr eder. Kavgayı kaybettiği gerçeğiyle yüzleşemez ve inkarın gülünç bir örneği olmasına rağmen, inkâr etmek gerçekten tehlikeli sonuçlar doğurur. Ben de HIV pozitif olduğum gerçeğini inkâr etmeye devam etseydim ve doğru önlemleri almasaydım, parmağımdaki minicik bir kesikten birini ciddi bir şekilde incitebilir hatta öldürebilirdim. Ancak böyle bir şeyi inkâr ettiğinizde, kendinize yarattığınız tehlikeler gerçekten acı verici olabilir. Bu kadar uzun süre bir şeyi bastırıp orada olmadığını iddia etmeye çalıştığınızda, durduğu yerde birikmeye başlar ve en sonunda patlar.
Üç yıl boyunca HIV pozitif olduğumu inkâr edebildim. Ancak lise son sınıfta çok hastalandım ve hastalığın belirtilerini göstermeye başladım. T hücreleri, vücudumuzda enfeksiyonla savaşan beyaz kan hücreleridir ve vücudunuzdaki T hücresi sayısı, HIV pozitif olup olmadığınızı ve AIDS olup olmadığınızı söyler. T hücrelerinizin sayısı 200’ün altına düştüğü zaman, tam gelişmiş AIDS’inizin olduğu düşünülür. Benim T hücre sayım 213’tü ve sayı giderek düşmeye başlamıştı. Çok hasta, solgun ve güçsüzdüm, yiyecekleri bile tutamaz haldeydim. Artık AIDS/HIV’imin gerçek olmadığını inkâr edemiyordum, çünkü çok, çok gerçekti.
İnkâr artık bir seçenek değildi, bu yüzden yaşadığım her şeyle başa çıkabilmek için yeni bir yol bulmak zorunda kaldım. Yapmaya çalıştığım ilk şey birini suçlamaktı. Birisi ortaya çıkıp “Steve, bu benim hatam. Gerçekten çok üzgünüm.” derse daha iyi hissedeceğimi düşündüm. Bu yüzden, başlangıçta tüm eşcinsel topluluğunu suçlamaya karar verdim. Sorumluluktan kaçmak için iyi bir suçlamaydı. Ama düşündükten sonra, kendi sorunum için bir grup insanı suçlamanın aptalca olduğunu fark ettim. Sonra, Rabbi suçlamaya karar verdim. O zamanlar, Rabbe gerçekten inanmıyordum ama fark ettim ki eğer kimse bu durumu kontrol edemiyorsa, kontrol eden biri olmalıydı ve bu biri de Rabdi. Bu yüzden, Rabbi suçladım.
Tüm birikmiş olan acıya odaklanabileceğiniz bir duruma düştüğünüzde, acı öfkeye dönüşür ve öfke de hiddete evrilir. Karşılaştığım ve uğraşmak zorunda kaldığım her şey beni delirtmeye başlamıştı. Birisi beni rahatsız edecek bir şey söylediğinde, tüm sinirimi ona kusuyordum. Duvarları yumrukluyor, odamı dağıtıyor ve bunun gibi şeyler yapıyordum.
Ama öfkemin zihnimi bulanıklaştırma özelliğine sahip olduğunu keşfettim ve bu da gerçekçi davranmamı engelliyordu. Daha da kötüsü, öfke bu süreçte sevdiklerimize zarar vermeye neden oluyor. Acı ile başa çıkmanın daha iyi bir yolu ise ağlamaktır, çünkü hem kimseye zarar vermez hem de gerçekten iyi hissettirir.
Bir keresinde yine odamdaydım ve dibe ulaşmaya çok yakındım. Çok hastaydım ve aşırı derecede kilo vermiştim. Çığlık atıyor, Rabbe küfrediyor, odamdaki duvarları yumrukluyordum. Babam aniden içeri girdi ve kapıyı kapattı. Kendisi iyileşen bir alkolikti. Alkol Rehabilitasyonu sayesinde Büyük Gücü, Rabbi öğrendi. Babam bana baktı ve “Steve, biliyorsun ki sana ben yardım edemem. Annen yardım edemez. Sen de yardım edemezsin. Sana yardım edebilecek tek kişi Rabdir.” dedi ve odadan çıkıp kapıyı kapattı.
Rabbe küfretmeyi yeni bitirmiştim, bu yüzden O’ndan yardım istemek için doğru bir zamanda ve pozisyonda olmadığımı düşünüyordum ama başka seçeneğim de yoktu. Gözyaşlarım süzülürken dizlerimin üzerine düştüm ve “Tamam Rab, eğer oradaysan bana yardım edersin ve ben de sana yardım edeceğim.” dedim. Son derece kısa bir sürede verdiğim tüm kiloları geri aldım. T hücre sayım 365’e yükseldi ki bu oldukça iyi bir rakamdı. Kendimi yeniden harika hissetim. Birdenbire kendimi çok daha iyi hisseder oldum ve kendi kendime “Tamam Rab, her şey için teşekkürler. Hoşça kal. Bu oldukça güzeldi. Güle güle.” diye düşündüm.
Liseden mezun oldum ve üniversitedeki ilk yılım başlamadan önce, yerleştirme sınavımı olmaya gittim. Oda arkadaşımla da o zaman tanıştım. Testi bitirdiğim zaman ilerde duran sıska sarışın bir çocuk gördüm. Bana “Hey, normal görünüyorsun, oda arkadaşım olmak ister misin?” dedi. Ben de “Peki, olur.” diye düşündüm ve oda arkadaşı olduk, aslında en iyi arkadaş olduk. Oda arkadaşımın bir imanlı olduğunu öğrendim ve o zaman imanlı birinin nasıl olacağına dair gerçek bir kesit görmüş oldum. Bana göre imanlılar iki yüzlü, küçümseyen, kınayan insanlardı. Bana göre bir imanlı böyle olurdu ama oda arkadaşım düşündüğümden tamamen farklıydı.
Arkadaşımın disleksi sorunu vardı. Çalışırken zorlandığı ve kırılma noktasına geldiği zaman, benim duvarları yumruklayıp her şeyi yok edeceğimin aksine, sadece bir an için durup, gözlerini kapayıp, derin bir nefes alıp çalışmaya devam ediyordu. Bu beni çok şaşırttı ve “Nasıl sinirden bir şeyleri kırmıyor?” diye düşünmemi sağladı. Bunu yapabildiğini görmek beni gerçekten etkilemişti.
Oda arkadaşım bahar tatilinde beni Daytona Plajına davet etti. Sahilde otururken yanımızdaki adamlarla konuşmaya başladık. İlk başta ortak ve normal şeyler hakkında konuşuyorduk. Sonrasında arkadaşım bazı derin ve ağır konular hakkında konuşmaya karar verdi, bense bu konulara girmek istemiyordum ve onun da girmemesi için çok uğraştım. Böyle genç yaşta öleceğini bilmek insana çok ağır geliyordu ve sahilde hiç tanımadığım bir yabancıya bundan bahsetmek istemiyordum, bu yüzden konuşmadan uzaklaştım. Onlar konuşmaya devam etti ve sonunda konu arkadaşımın bir imanlı olarak neye inandığını açıklamasına geldi. Kafamda hep imanlıların nasıl olduğuna dair bir görüntü vardı ama aslında neye inandıklarını veya ne düşündüklerini hiç bilmiyordum. Bu yüzden, çaktırmadan ne anlattığını dinlemeye koyuldum.
Tüm bunları onun kadar iyi açıklayabilir miyim bilmiyorum ama şöyle bir şey söyledi: “Açıkçası, Rabbe inanıyorum ve Rabbin bizi O’nunla bir ilişki içinde olmamız için yarattığına inanıyorum. Ama O’nunla ilişki kurmak istemiyoruz, bu yüzden de O’nu kendimizden uzaklaştırıyoruz. Rabbi uzaklaştırmamız aslında isyanımız, ister aktif olarak O’na karşı isyan etmek olsun ister pasif kayıtsızlık olsun, Kutsal Kitap tarafından ‘günah’ olarak açıklanıyor. Günah kelimesini sevmiyorum, bu yüzden bunu sadece ‘Rabbi uzaklaştırmak’ olarak görüyorum. O’nunla ilişki kurmak için yaratılmış olduğumuz halde Rabbi uzaklaştırdığımız için de almamız gereken bir ceza var. İsyanımızın sebebi olan bu ceza da ölümün ta kendisidir. Ruhsal ölüm gerçekleştiği zaman da O’ndan ayrılırız.” “Vay be, ne güzel.” diye düşündüm.
“Ama Rab bizi seviyor” dedim, arkadaşım da “Rab aynı zamanda adildir. Adaletsiz sevgi hiçbir şey ifade etmez.” dedi. Bu söylediği bana hiç de anlamlı gelmedi. Arkadaşım sözlerine şöyle devam etti: “Bu dünyada en çok önem verdiğin, onun için hemen canını vereceğin birini düşün. Sonra kendini o kişiyi uzağa iterken ve uzun bir süre görüşmeyeceğini söylerken hayal et. Bir gün o kişi elli metre ötedeyken ona doğru koşup kollarını açtığında seni durdurup ‘Hayır, sen beni ittin. Hatırlamıyor musun?’ der. Şimdi, evrendeki en büyük sevgi olan Rabbi ittiğini, kendinden uzaklaştırdığını hayal et.”
“Vay canına, bu hiç de iyi değil.” diye düşündüm. Arkadaşım şöyle devam etti, “Neyse ki olaylar orada bitmiyor. Çünkü Rab bizi çok seviyor ve önemsiyor, bizim için ceza ödemeye karar verdi ve biricik Oğlu, İsa Mesih’i çarmıhta ölmeye gönderdi. Ve İsa (Rabbin bedeni olarak) günahsız bir yaşam sürdüğü için, başkalarının cezasını ödeyebilirdi ve bizim için ödedi.”
Ve dedi ki, “İsa Mesih, öldükten üç gün sonra dirildi. O ruhsal ölümü yendi ve bize sonsuz yaşam sundu. Şimdi, sadece ölmeyeceğiz, sonsuzluğu evrendeki en büyük sevgiyle geçirmeye devam edeceğiz.”
“Vay canına” dedim. Arkadaşım “Ama, bunu teklif edip tüm cezaları ödemesine rağmen, teklifini kabul edip etmemek size kalmış.” dedi. Bu konuda hala kafam net değildi, neyse ki diğer adam da benimle aynı durumdaydı. Arkadaşım dedi ki “Tamam, şimdi kendini buradan aşağı doğru araba sürerken hayal et. 90’la gidiyorsun ama hız sınırı 35. Yoldan aşağıya uçuyorsun ve bir polis seni yukarı çekip, ceza yazıyor. Cezayı ödemek için ertesi gün mahkemeye gitmek zorundasın. Mahkeme salonuna gittiğinde bir de bakıyorsun ki hâkim baban çıkıyor ve ‘Hey, bu benim babam.’ diye düşünüyorsun. Baban sana bakıp ‘Yasaları mı ihlal ettin Steve?’ diyor, sen de ‘Evet.’ diyorsun ve baban ‘Tamam o zaman 500 dolar para cezası ya da iki gün hapis cezası.’ deyip tokmağını kürsüye vuruyor.”
“O anda, adaletli bir hâkim olduğu için sana hüküm giydirmek zorunda kalıyor. Ama hâkim kürsüsünden inip cübbesini çıkardığı zaman, arka cebine uzanıp 500 dolar çıkarıp sana veriyor. Çünkü seni seviyor ve cezalarını senin yerine ödeyecek. Bu ödemeyi kabul etmelisin. Baban elinde 500 dolarla duruyor ve kabul etmeni bekliyor. Aynı şekilde, Rabbin sana sunduğu ödemeyi alabilir ya da ‘Hayır, senden ayrı bir sonsuz yaşam yaşayacağım.’ diyebilirsin. Tek yapman gereken bir seçim.”
Arkadaşım ödemeyi kabul etme şeklimizin dua etmek olduğunu söyledi ve şöyle devam etti, “Sadece Rabbin ödemesini Rabbin lütfu sayesinde kabul etmiş oluyorsun. Bunu kazanmak için yapman gereken hiçbir şey yok. Bu yalnızca Rabbin sana vermiş olduğu bir hediye.” Bu Rabbin lütfunu işittiğim ilk andı. Arkadaşım “Lütuf, dua yoluyla kabul ettiğin bir armağandır.” dedi ve diğer adamla beraber dua etmeyi teklif etti. O yüksek sesle dua ederken, ben sessizce dua ettim.
O andan itibaren, hayatım yepyeni bir bakış açısı kazandı. Artık her gece, ertesi gün hayatta olup olmayacağımı düşünerek yatağa gitmek zorunda kalmıyordum. Artık ölüm korkum yoktu, çünkü ölmek sadece karanlıkta kaybolmakla sona ermeyecekti. Öldüğümde sonsuza dek evrendeki en büyük sevgiyle sonsuzluğu geçireceğimi biliyordum. Bu düşünce beni özgür kıldı.
Ailem de ödemeyi benim gibi kabul etti ve Rabbe aynı benim gibi dua ettiler. Onların yaşamları da yepyeni bir perspektif kazandı. Yaşamak için yaklaşık altı ayım kalmışken, onlardan uzak kalmama izin vermeleri şaşırtıcıydı. Ve onlar için oğulları gözleri önünde ölürken elleri bağlı oturup izlemek zorunda kalmanın ne kadar zor olduğunu hayal edebilirsin. Yapabilecekleri hiçbir şey yoktu ama şimdi bununla başa çıkabilmelerinin bir yolu vardı, artık hayatlarımızda Mesih İsa vardı.
Sana da Rabbin senin için ödemesini kabul etme şansını verebilir miyim? Eğer AIDS’in tedavisine sahip olsaydın, eminim bana verirdin. Artık sonsuzluğa nasıl ulaşacağımı biliyorum ve bu Rabden bana verilen bir hediye. Ben de bu hediyeyi sana sunmaya çalışıyorum. Eğer kendi başına halledemediğin, altından kalkamadığın bir durumla karşı karşıyaysan ve tüm dünya seni tekmeleyip sırtından bıçaklarken seni yanında tutacak birini arıyorsan, tam da şu an benimle dua et lütfen. Bu sihirli bir ifade veya büyülü bir söz değil. Duygusal bir sezi ya da düşünce de değil. Aksine, Rab ile bir ilişkiye başlayacaksın, bu da herhangi bir ilişki gibi zaman alır ve çaba gerektirir. Eğer gerçekten buna ihtiyacın olduğunu düşünüyorsan, ısrarla söylüyorum ki lütfen bu fırsatı kaçırma. Üstelik bedava.
Şimdi bir dua edeceğim. Dua etmenin gözlerini kapatmayla ya da başını eğip ellerini kaldırıp “Haleluya!” diye bağırmakla hiçbir ilgisi yoktur, dua böyle bir şey değildir. Tamamen kalbinin tutumu ile alakalıdır, Rabbe açık bir şekilde, “Rab, yasayı çiğnedim. Seni kendimden uzaklaştırdım ve ödemeni kabul ederek hayatıma geri dönmeni istiyorum.” diyebilmektir. Eğer buna ihtiyacın olduğunu düşünüyorsan, lütfen şimdi benimle beraber şu duayı et, “Rab, Sana ihtiyacım var. Çarmıhta benim için öldüğün için sana teşekkür ediyorum. Hayatıma gelmeni ve beni her zaman olmak istediğim türden biri yapmanı istiyorum. Âmin.”
Eğer bu duayı içtenlikle ettiysen, sahip olabileceğin en büyük ilişki olan Rable ilişkine başladın demektir. Ve tüm bunlar bir dua ile bitmez, O’nunla kurduğun ilişki bir süreçten ibarettir. Günlük olarak Rabbe güvenmek ve ne istediğin ya da iyi hissettiğin şeyi yapmaya çalışmaktansa, Rabbin senden ne yapmanı istediğini düşünmek anlamına gelir. İnsanların bana “İmanlı olmak senin işine yarıyor, bu harika. Diğer dinler de başka insanların işine yarayamaz mı?” diye sorduğu oldu. Bu güzel bir soru. Rabbin bize, diğer dinlerde de gerçeklik unsurları olmasına rağmen, İsa Mesih’in çarmıhta ölmesiyle O’na ulaşmamız için bir yol sunduğuna inanıyorum. Bunlar genelde, büyük ölçüde ahlaki kodlardır, “Bunu yedi gün boyunca yap ki Rable yakınlaşabilesin.” gibi, ama Rabbe doğru ilerlemek istiyorsan, sence ne kadar iş yeterli olur? Bu noktaya geldiğini, yani artık yeterli olduğunu nasıl anlarsın?
Bence imanlı olmak, gerçeği Rabbin lütfunda bulmaktır. Rabin mükemmelliğine asla ulaşamayacağımızı bilerek, Rabbin affına sığınabiliriz. Amaç, birçok kez düşeceğimizi ve işleri batıracağımızı bilirken O’nun yolunda yürümeye devam etmektir. Hata yap ama devam et, üzerinde çalış ve Rabbin lütfuna güven. Dua et, Kutsal Kitabı oku, Rabbin senden ne istediğini öğren. Bir gün huzura ulaşacaksın, cennete ulaşana kadar olmayabilir, ama bir kez huzura ulaştığında sonsuza dek sürecektir.
Steve gibi sen de HIV belirtileri gösteriyor, Hemofili veya Hepatit C ile uğraşıyorsan veya belki hayatında başka sorunlar varsa ve Steve’in paylaşmaya çalıştığı şeyle ilgili başka bir açıklama görmek istersen, aşağıda linki yer alan Tanrı’ya Ulaşmak makalesini okuyabilirsin.
Yazan Steve Sawyer
► | İsa Mesih'i az önce yaşamıma davet ettim. (Bu konuda size faydalı olabilecek bilgiler göreceksiniz)… |
► | Tanrı'yla arkadaşça bir ilişki başlatmaya ne dersiniz? |
► | Bize e-mail ile ulaşın… |
Steve Sawyer, 13 Mart 1999’da Hepatit C’nin yol açtığı karaciğer yetmezliğinden öldü. Umarım Steve’in gerçek hikayesi onun da yaptığı gibi İsa Mesih’i yaşamına almaya seni teşvik etmiştir. Son günlerinde Steve, “Beni öldüren bu hastalığa, insanların İsa Mesih’le ilişki kurabileceklerini anlamaları için sahip olduğumu gördüm ve her şey buna değer. Sonsuzluğun ışığında önemli olan budur.” dedi.
Hepimiz, İsa Mesih’i yaşamımıza davet ederek sonsuz yaşama sahip olabiliriz. Sadece iyi şeyler yaparak cennete ulaşmayız. Sonsuz yaşam, İsa Mesih’e inananlara Kutsal Kitap tarafından verilen ücretsiz bir armağandır…
“Çünkü Tanrı dünyayı o kadar çok sevdi ki, biricik Oğlu’nu verdi. Öyle ki, O’na iman edenlerin hiçbiri mahvolmasın, hepsi sonsuz yaşama kavuşsun.” (Yuhanna 3:16)
“Hepimiz koyun gibi yoldan sapmıştık, her birimiz kendi yoluna döndü. Yine de RAB hepimizin cezasını ona yükledi.” (Yeşaya 53:6)
“Size doğrusunu söyleyeyim, sözümü işitip beni gönderene iman edenin sonsuz yaşamı vardır. Böyle biri yargılanmaz, ölümden yaşama geçmiştir.” (Yuhanna 5:24)
“Ey ölüm, zaferin nerede? Ey ölüm, dikenin nerede?” (1. Korintliler 15:55)
“Tanıklık da şudur: Tanrı bize sonsuz yaşam verdi, bu yaşam O’nun Oğlu’ndadır. Kendisinde Tanrı Oğlu bulunanda yaşam vardır, kendisinde Tanrı Oğlu bulunmayanda yaşam yoktur. Tanrı Oğlu’nun adına iman eden sizlere, sonsuz yaşama sahip olduğunuzu bilesiniz diye bunları yazdım.” (1. Yuhanna 5:11-13)
Fotoğraflar: Guy Gerrard, Tom Mills © Worldwide Challenge